Carlos Manuel Bocanegra (born May 25, 1979) is an American soccer player
25 Ağustos 2010 Çarşamba
17 Ağustos 2010 Salı
Marilyn Monroe’yu Angelina oynayacak
YAZAR Andrew O’Hagan, romanı “The Life and Opinions of Maf the Dog and of his Friend Marilyn Monroe”nun sinemaya uyarlanacağını ve filmde başrolü Angelina Jolie’nin oynayacağını söyledi.
Kitapta Frank Sinatra’nın 1960 yılında hediye ettiği Malta teriyeri cinsi köpeği Maf’ın gözünden Monroe’nun hayatının son iki yılı anlatılıyor. Kitaptaki tasvirlere göre köpek Maf, adını mafyanın kısaltmasından alıyor ve Başkan John F. Kennedy’nin de dahil olduğu, çağın birçok ünlü simasını karşılıyor. Köpek, aynı zamanda oyunculuk derslerinde, restoran ve süpermarket alışverişlerinde, oyun yazarı eşi Arthur Miller’dan boşanmak için gittiği Meksika’da Monroe’ya eşlik ediyor. Yazar O’Hagan, Frank Sinatra rolünü de George Clooney’nin oynayacağını belirtti.
Kitapta Frank Sinatra’nın 1960 yılında hediye ettiği Malta teriyeri cinsi köpeği Maf’ın gözünden Monroe’nun hayatının son iki yılı anlatılıyor. Kitaptaki tasvirlere göre köpek Maf, adını mafyanın kısaltmasından alıyor ve Başkan John F. Kennedy’nin de dahil olduğu, çağın birçok ünlü simasını karşılıyor. Köpek, aynı zamanda oyunculuk derslerinde, restoran ve süpermarket alışverişlerinde, oyun yazarı eşi Arthur Miller’dan boşanmak için gittiği Meksika’da Monroe’ya eşlik ediyor. Yazar O’Hagan, Frank Sinatra rolünü de George Clooney’nin oynayacağını belirtti.
16 Ağustos 2010 Pazartesi
1 Ağustos 2010 Pazar
Müjde Ar:"Beş saat portakallarla göbek attım.","Adil amca ben çocuk düşürdüm."...
* Çocukluğunuzda anneniz tiyatro oyunlarında rol alıyor, size kim bakıyor?
-Önceleri dedem bakardı. Emekli hakimdi, iyi bir maaşı vardı. Ailemizi geçindirmeye de katkısı oluyordu. O ölünce, biz alabora olduk. Annem evin bir katını kiraya verdi. Kiracımız Kesire Anne bize bakmaya başladı. Onun dört çocuğuyla beraber büyüdük.
* Anneniz işe giderken kendinizi yerlere attığınızı anlatmıştınız programınızda...
-Tabii baba da yok. Güven duygusu oluşmamış bizde. Terk edildiğimizi düşünürdük. Her akşam bacaklarına sarılır, “Anne, bizi bırakma!” diye ağlardık. Baktı olacak gibi değil, altı-yedi yaşlarına geldiğimizde turnelere bizi de götürmeye başladı.
* Anadolu’yu mu gezdiniz birlikte?
-Karış, karış... Öyle yerlerde kaldık ki Ayşe, şimdi düşününce bana başkasının hayatı gibi geliyor. Bizimkiler oynuyor ama paralarını alamıyor. Bir kap yemek pişiyor. Küçük büyük hepimiz o kabın başında toplanıyoruz. Oteller pis, bitli... Onu bile bulamadığımız bir şehirde, bizi nerede yatırdılar dersin? Genelevde...
* Hadi canım...Tabii, hep söylüyorum, hayatımı film yapsam, inanmazlar. “Amma da abartmış” derler...
* Peki annenizi sahnede izlerken etkilenir miydiniz?
-Tabii, bayılırdık. Bütün oyunlar ezberdi bir kere... Sheakspeare, Molliere, Anouilh... Bir saatten sonra iki kardeş birbirimizin üstüne devrilerek uyurduk.
Dansöz olmak istiyorum ama göğüslerim çıkınca dedim
* İlk oyunculuğunuzu hatırlıyor musunuz?
-3.5- 4 yaşındayken, bir kutu gümüş rengi soba boyasını tüm vücuduma sürmüşüm. Sonra koma... Hastaneye kaldırmışlar. Aysel’e “Bunu burada bırak hanım. Artık geri gelmez. Metal zehirlenmesi...” demişler. Neyse, dört gün sonra çıkmışım komadan... Annem eve geldiğimde önce sağlam bir dövdü beni. Sonra niye böyle bir şey yaptığımı sordu. “Parlak olmak için...” dediğimi hatırlıyorum. “Artist mi olmak istiyorsun?” diye sordu. “Dansöz olmak istiyorum. Ama göğüslerim çıkınca...” demişim. Gitti, şifon bir turuncu kumaşı aldı, cart curt kesti. Parçaları üstüme bağladı. Meme yerlerime de portakal koydu. Aynalı ceviz dolabın kapağını açtı ve “hadi oyna” dedi. Bir de zil almış bana... 5 saat o portakallarla göbek attım. Şakkada, şakkada... Sonra aynanın karşısında “Ağla, gül” dönemi başladı. Biz fark etmeden annem bizi yetiştiriyormuş.
* Başka hikâyeniz var mı böyle...
-6-7 yaşlarındayken, “5 şarkı 25 kuruşçular”ın peşine takılırdım. Çingene vatandaşlarımız... Bunlarla göbek ata ata Draman’a kadar giderdim. Beni onların çocuğu zannederlerdi ve bahşiş verirlerdi. Aysel öğrenince yine dayağı bastı tabii...
* Bir de “Çocukluğumda yemek azdı, kitap vardı” demişsiniz...
-Öyle... Annem yemek pişirmezdi. Sinirlenirdi. “Burası aş evi mi? Gidin babanızın evinde yiyin” derdi. Bab-ı Ali’den cilt cilt kitap getirirdi. 13 yaşındayken, beni kemerle su saatine bağlayarak, zorla Karamazov Kardeşler’i okuttu. Her gün 50 sayfa okumadan çözmezdi beni...
* Profesyonel olarak ilk sahneye çıkışınız...
-8 yaşındayken Oraloğlu Tiyatrosu’nda Hellen Keller Story’de erkek çocuk rolünü oynadım, bir daha da sahneden inmedim. Saçlarımı üç numaraya kestiler diye çok ağlamıştım. Lale Abla (Oraloğlu) yevmiye 2.5 TL vermişti. İyi paraydı. Götürdüm anneme verdim. Annem almadı, “Biriktir okulda harcarsın” dedi. Böylece para biriktirmeye başladım. Harcayamadım, düşün... O kadar kıymetliydi para benim için...
* Peki babanız hiç mi yok, ortada?
-Annemle ilişkileri felaket olduğu için yok. Mehtap 1.5, ben 3.5 yaşındayken boşandılar. Eve gelip gittiğini camdan görürdüm. Her geldiğinde olay çıkardı. Babam bazen polis zoruyla bizi görmeye çalışırdı. Anneme polis filan işlemezdi tabii... Babamı gördüğünde camdan aşağı oturaktaki çişi boşaltırdı. Sanırım biz birkaç çocukluğa sığacak bir çocukluk yaşadık.
10 yaşındayken annem bize arkadaşının kürtajını izlettirdi
* Annenizin sizi erkeklere karşı koruma güdüsünü biliyoruz. Bugüne kadar anlatmadığınız ilginç bir hikâye var mı?
-Bak en acayipini anlatayım sana... Hatta, bu olayı “Asılacak Kadın” filminin senaryosuna ekletmiştim. İzmir’deyiz. Ben 10, Mehtap 8 yaşında... Annem bizi arkadaşının kürtajını izlettirmeye götürdü. Kadını bir masaya yatırmışlar, iki bacağını açmışlar, üstüne de beyaz örtüyü sermişler. Bir tuhaflık olduğunun farkındayız ama aklımız ermiyor tabii. Merak edip sordum: “Anne, niye buradayız?” Cevap verdi: “Erkeklerle yatarsanız, başınıza neler geleceğini görmeniz için...” Bizim bazen nasıl heriflerin orasına burasına jilet atmayan kadınlar olduğumuza hayret ediyorum.
* İleride annenizle yüzleşmediniz mi?
-“Anne manyak mısın, iki küçük çocuğa bu yapılır mıydı?” diye sordum. “Size hayatı anlatacak vaktim yoktu” dedi bana... Kürtajı izledikten altı yedi ay sonra, plastik bebeğimi sulu boyayla kırmızıya boyadım. Bacağımın arasına koydum. Bakkal Adil Amca’nın önüne gittim, “Adil Amca ben çocuk düşürdüm” diyerek, o kanlı bebeği nohutların üstüne bıraktım. Adam ‘küt’ diye bayıldı. O sıralarda oyunculuk ilerlemeye başlamış artık...
* Peki annenizin bu kadar erkeklerden nefret etme nedeni nedir? Başına bir tecavüz mü gelmiş, ensest ilişki kurbanı mı olmuş?
-Vallahi, büyüdüğümde aynı soruyu ben de kendisine sordum. Yok, öyle bir şey olmamış. Sadece babam, annem hamileyken onu aldatmış. Karnı burnunda boşanma davası açmış bizimkisi... Hakim boşamamış, “Hanım, doğur da öyle gel” demiş. Annem bu ihaneti hiçbir zaman affetmedi. Babamın cenazesinde “Anne affettin mi babamı?” diye sordum, hani bir helallik versin diye... “Yooo, iyi oldu, öldü” dedi.
...
* Yetişkinliğinizde, kendi iradenizle hiç babanızla görüşmediniz mi?
-18 yaşına geldiğimde babam araya birilerini sokup bana haber gönderdi, buluşmak istiyormuş. O günlerde üniversite sınav sonucum yeni belli olmuştu. Hacettepe Üniversitesi Fizik Bölümü’nü kazanmıştım ama 200 TL yurt parası ödeyemediğim için, kaydımı İstanbul Üniversitesi Alman Filolojisi’ne yaptırmıştım. Tiyatroya da tam gaz devam ediyordum. Buluştuğumuzda babamın bana kurduğu ilk cümle şu oldu: “Kızım kaydını Hacettepe’ye yaptır. Akademisyen olursun. Ben bütün okul masraflarını karşılayacağım. Yeter ki, ananın mesleğini bırak.” Bu cümleyle ilişkimiz hiç başlamadan bitti. Çok ağrıma gitti, söylediği şey... Halbuki, anam o meslekle bizi büyüttü. Tiyatrocu maaşıyla bizi yedirdi, okuttu. Annemin bütün emeğini, çabasını aşağılamış oldu. Belki de, gençlik yıllarımda sinemada başarılı olma hırsımın nedeni bu olaydır.
* Yıllar yılı Türk erkeklerinin arzuladığı kadın oldunuz. Kendi ilişkilerinizde aynı arzuyu gördünüz mü?
-Hayatınızı paylaştığınız kişi sizi bir poster kadını olarak görmüyor maalesef... Tam tersine, bütün kadınlar gibi yemeğini yapmanızı, evini temiz tutmanızı bekliyor. Keşke biraz da erkekler bu işleri yapsaydı da, ben de evimde her dakika arzulanan bir kadın görünümünde dolaşabilseydim.
...
Çocuk evliliğin ortak bir amacı... Ama şart da değil. Hatta evliliğin büyüsünü bozduğu kesin... Doğurmadığım için pişman değilim.
...
* Sinemayı özlediniz mi?
-Özlemiyorum. Millet sinema yerine, dizi tartışıyor bu ülkede... Maddi olarak istediğim zaman film yapma imkanım var. Ama bu saatten sonra her senaryo uymaz. Bir dünya görüşüm var. Küçümsediğim için söylemiyorum ama “Dişi Recep İvedik” filmi yapamam. Onu Şahan yapıyor, çok da iyi yapıyor. Komedi bile çeksem, dokunduğu bir yer olsun isterim. Belki çocuklarını kaybetmiş bir Türk ve Kürt annenin ortak acısını film yapabilirim.
...
Ben çirkinleşmekten değil de, kötü hastalıktan korkuyorum. Yaşlandığımda iki büklüm olmamak için, her gün 1.5 saat yüzüyorum. Genç ve güzel kalmak gibi bir takıntım yok, sağlıklı yaşlanıp iyi gebereyim yeter
...
* Bodrum’da nasıl bir hayat sürüyorsunuz?
-Çok rahat. Dinleniyorum, yürüyüş yapıyorum, bol bol kitap okuyorum. İnsanın gençken para kazanma, kariyer edinme gibi hırsları oluyor. Canımın istediğini yapma dönemimdeyim artık. Bu özgürlük müthiş bir şey. Hiç kimse kafamın tasını attıramıyor. Attırırsa çeker giderim. Öyle makyajla, kılık kıyafetle de işim kalmadı. Doymuşum artık bunlara... Bak odama, bir tane makyaj malzemem yok. Burada pazardan aldığım 10 liralık peştamalleri çıt çıt dikip onları giyiyorum. İnanmazsın ama Migros’a gecelikle gidip, alışveriş yapıyorum. Bayılıyorlar insanlar beni öyle görünce... Bir elbiseye 1000 TL para vermek yerine, o parayla sokak köpeklerine 20 poşet mama almak, beni daha mutlu ediyor. Arabama her binen, “Ay bu araba ne kokuyor?” diyor. “İt maması” diyorum. Estetik kaygım da çok azaldı. Eskiden bikini giydiğimde göbeğimi içime
çekerdim. Şimdi bırakıveriyorum. Umurumda değil...
Ayşe Aydın - Vatan
-Önceleri dedem bakardı. Emekli hakimdi, iyi bir maaşı vardı. Ailemizi geçindirmeye de katkısı oluyordu. O ölünce, biz alabora olduk. Annem evin bir katını kiraya verdi. Kiracımız Kesire Anne bize bakmaya başladı. Onun dört çocuğuyla beraber büyüdük.
* Anneniz işe giderken kendinizi yerlere attığınızı anlatmıştınız programınızda...
-Tabii baba da yok. Güven duygusu oluşmamış bizde. Terk edildiğimizi düşünürdük. Her akşam bacaklarına sarılır, “Anne, bizi bırakma!” diye ağlardık. Baktı olacak gibi değil, altı-yedi yaşlarına geldiğimizde turnelere bizi de götürmeye başladı.
* Anadolu’yu mu gezdiniz birlikte?
-Karış, karış... Öyle yerlerde kaldık ki Ayşe, şimdi düşününce bana başkasının hayatı gibi geliyor. Bizimkiler oynuyor ama paralarını alamıyor. Bir kap yemek pişiyor. Küçük büyük hepimiz o kabın başında toplanıyoruz. Oteller pis, bitli... Onu bile bulamadığımız bir şehirde, bizi nerede yatırdılar dersin? Genelevde...
* Hadi canım...Tabii, hep söylüyorum, hayatımı film yapsam, inanmazlar. “Amma da abartmış” derler...
* Peki annenizi sahnede izlerken etkilenir miydiniz?
-Tabii, bayılırdık. Bütün oyunlar ezberdi bir kere... Sheakspeare, Molliere, Anouilh... Bir saatten sonra iki kardeş birbirimizin üstüne devrilerek uyurduk.
Dansöz olmak istiyorum ama göğüslerim çıkınca dedim
* İlk oyunculuğunuzu hatırlıyor musunuz?
-3.5- 4 yaşındayken, bir kutu gümüş rengi soba boyasını tüm vücuduma sürmüşüm. Sonra koma... Hastaneye kaldırmışlar. Aysel’e “Bunu burada bırak hanım. Artık geri gelmez. Metal zehirlenmesi...” demişler. Neyse, dört gün sonra çıkmışım komadan... Annem eve geldiğimde önce sağlam bir dövdü beni. Sonra niye böyle bir şey yaptığımı sordu. “Parlak olmak için...” dediğimi hatırlıyorum. “Artist mi olmak istiyorsun?” diye sordu. “Dansöz olmak istiyorum. Ama göğüslerim çıkınca...” demişim. Gitti, şifon bir turuncu kumaşı aldı, cart curt kesti. Parçaları üstüme bağladı. Meme yerlerime de portakal koydu. Aynalı ceviz dolabın kapağını açtı ve “hadi oyna” dedi. Bir de zil almış bana... 5 saat o portakallarla göbek attım. Şakkada, şakkada... Sonra aynanın karşısında “Ağla, gül” dönemi başladı. Biz fark etmeden annem bizi yetiştiriyormuş.
* Başka hikâyeniz var mı böyle...
-6-7 yaşlarındayken, “5 şarkı 25 kuruşçular”ın peşine takılırdım. Çingene vatandaşlarımız... Bunlarla göbek ata ata Draman’a kadar giderdim. Beni onların çocuğu zannederlerdi ve bahşiş verirlerdi. Aysel öğrenince yine dayağı bastı tabii...
* Bir de “Çocukluğumda yemek azdı, kitap vardı” demişsiniz...
-Öyle... Annem yemek pişirmezdi. Sinirlenirdi. “Burası aş evi mi? Gidin babanızın evinde yiyin” derdi. Bab-ı Ali’den cilt cilt kitap getirirdi. 13 yaşındayken, beni kemerle su saatine bağlayarak, zorla Karamazov Kardeşler’i okuttu. Her gün 50 sayfa okumadan çözmezdi beni...
* Profesyonel olarak ilk sahneye çıkışınız...
-8 yaşındayken Oraloğlu Tiyatrosu’nda Hellen Keller Story’de erkek çocuk rolünü oynadım, bir daha da sahneden inmedim. Saçlarımı üç numaraya kestiler diye çok ağlamıştım. Lale Abla (Oraloğlu) yevmiye 2.5 TL vermişti. İyi paraydı. Götürdüm anneme verdim. Annem almadı, “Biriktir okulda harcarsın” dedi. Böylece para biriktirmeye başladım. Harcayamadım, düşün... O kadar kıymetliydi para benim için...
* Peki babanız hiç mi yok, ortada?
-Annemle ilişkileri felaket olduğu için yok. Mehtap 1.5, ben 3.5 yaşındayken boşandılar. Eve gelip gittiğini camdan görürdüm. Her geldiğinde olay çıkardı. Babam bazen polis zoruyla bizi görmeye çalışırdı. Anneme polis filan işlemezdi tabii... Babamı gördüğünde camdan aşağı oturaktaki çişi boşaltırdı. Sanırım biz birkaç çocukluğa sığacak bir çocukluk yaşadık.
10 yaşındayken annem bize arkadaşının kürtajını izlettirdi
* Annenizin sizi erkeklere karşı koruma güdüsünü biliyoruz. Bugüne kadar anlatmadığınız ilginç bir hikâye var mı?
-Bak en acayipini anlatayım sana... Hatta, bu olayı “Asılacak Kadın” filminin senaryosuna ekletmiştim. İzmir’deyiz. Ben 10, Mehtap 8 yaşında... Annem bizi arkadaşının kürtajını izlettirmeye götürdü. Kadını bir masaya yatırmışlar, iki bacağını açmışlar, üstüne de beyaz örtüyü sermişler. Bir tuhaflık olduğunun farkındayız ama aklımız ermiyor tabii. Merak edip sordum: “Anne, niye buradayız?” Cevap verdi: “Erkeklerle yatarsanız, başınıza neler geleceğini görmeniz için...” Bizim bazen nasıl heriflerin orasına burasına jilet atmayan kadınlar olduğumuza hayret ediyorum.
* İleride annenizle yüzleşmediniz mi?
-“Anne manyak mısın, iki küçük çocuğa bu yapılır mıydı?” diye sordum. “Size hayatı anlatacak vaktim yoktu” dedi bana... Kürtajı izledikten altı yedi ay sonra, plastik bebeğimi sulu boyayla kırmızıya boyadım. Bacağımın arasına koydum. Bakkal Adil Amca’nın önüne gittim, “Adil Amca ben çocuk düşürdüm” diyerek, o kanlı bebeği nohutların üstüne bıraktım. Adam ‘küt’ diye bayıldı. O sıralarda oyunculuk ilerlemeye başlamış artık...
* Peki annenizin bu kadar erkeklerden nefret etme nedeni nedir? Başına bir tecavüz mü gelmiş, ensest ilişki kurbanı mı olmuş?
-Vallahi, büyüdüğümde aynı soruyu ben de kendisine sordum. Yok, öyle bir şey olmamış. Sadece babam, annem hamileyken onu aldatmış. Karnı burnunda boşanma davası açmış bizimkisi... Hakim boşamamış, “Hanım, doğur da öyle gel” demiş. Annem bu ihaneti hiçbir zaman affetmedi. Babamın cenazesinde “Anne affettin mi babamı?” diye sordum, hani bir helallik versin diye... “Yooo, iyi oldu, öldü” dedi.
...
* Yetişkinliğinizde, kendi iradenizle hiç babanızla görüşmediniz mi?
-18 yaşına geldiğimde babam araya birilerini sokup bana haber gönderdi, buluşmak istiyormuş. O günlerde üniversite sınav sonucum yeni belli olmuştu. Hacettepe Üniversitesi Fizik Bölümü’nü kazanmıştım ama 200 TL yurt parası ödeyemediğim için, kaydımı İstanbul Üniversitesi Alman Filolojisi’ne yaptırmıştım. Tiyatroya da tam gaz devam ediyordum. Buluştuğumuzda babamın bana kurduğu ilk cümle şu oldu: “Kızım kaydını Hacettepe’ye yaptır. Akademisyen olursun. Ben bütün okul masraflarını karşılayacağım. Yeter ki, ananın mesleğini bırak.” Bu cümleyle ilişkimiz hiç başlamadan bitti. Çok ağrıma gitti, söylediği şey... Halbuki, anam o meslekle bizi büyüttü. Tiyatrocu maaşıyla bizi yedirdi, okuttu. Annemin bütün emeğini, çabasını aşağılamış oldu. Belki de, gençlik yıllarımda sinemada başarılı olma hırsımın nedeni bu olaydır.
* Yıllar yılı Türk erkeklerinin arzuladığı kadın oldunuz. Kendi ilişkilerinizde aynı arzuyu gördünüz mü?
-Hayatınızı paylaştığınız kişi sizi bir poster kadını olarak görmüyor maalesef... Tam tersine, bütün kadınlar gibi yemeğini yapmanızı, evini temiz tutmanızı bekliyor. Keşke biraz da erkekler bu işleri yapsaydı da, ben de evimde her dakika arzulanan bir kadın görünümünde dolaşabilseydim.
...
Çocuk evliliğin ortak bir amacı... Ama şart da değil. Hatta evliliğin büyüsünü bozduğu kesin... Doğurmadığım için pişman değilim.
...
* Sinemayı özlediniz mi?
-Özlemiyorum. Millet sinema yerine, dizi tartışıyor bu ülkede... Maddi olarak istediğim zaman film yapma imkanım var. Ama bu saatten sonra her senaryo uymaz. Bir dünya görüşüm var. Küçümsediğim için söylemiyorum ama “Dişi Recep İvedik” filmi yapamam. Onu Şahan yapıyor, çok da iyi yapıyor. Komedi bile çeksem, dokunduğu bir yer olsun isterim. Belki çocuklarını kaybetmiş bir Türk ve Kürt annenin ortak acısını film yapabilirim.
...
Ben çirkinleşmekten değil de, kötü hastalıktan korkuyorum. Yaşlandığımda iki büklüm olmamak için, her gün 1.5 saat yüzüyorum. Genç ve güzel kalmak gibi bir takıntım yok, sağlıklı yaşlanıp iyi gebereyim yeter
...
* Bodrum’da nasıl bir hayat sürüyorsunuz?
-Çok rahat. Dinleniyorum, yürüyüş yapıyorum, bol bol kitap okuyorum. İnsanın gençken para kazanma, kariyer edinme gibi hırsları oluyor. Canımın istediğini yapma dönemimdeyim artık. Bu özgürlük müthiş bir şey. Hiç kimse kafamın tasını attıramıyor. Attırırsa çeker giderim. Öyle makyajla, kılık kıyafetle de işim kalmadı. Doymuşum artık bunlara... Bak odama, bir tane makyaj malzemem yok. Burada pazardan aldığım 10 liralık peştamalleri çıt çıt dikip onları giyiyorum. İnanmazsın ama Migros’a gecelikle gidip, alışveriş yapıyorum. Bayılıyorlar insanlar beni öyle görünce... Bir elbiseye 1000 TL para vermek yerine, o parayla sokak köpeklerine 20 poşet mama almak, beni daha mutlu ediyor. Arabama her binen, “Ay bu araba ne kokuyor?” diyor. “İt maması” diyorum. Estetik kaygım da çok azaldı. Eskiden bikini giydiğimde göbeğimi içime
çekerdim. Şimdi bırakıveriyorum. Umurumda değil...
Ayşe Aydın - Vatan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)