30 Kasım 2010 Salı

'Şairlik çok yönlü fahişeliktir'


Küçük İskender ile şiirin şairi nasıl 'yalancı', okuyanı nasıl 'manik' yaptığını konuştuk...

GAZETE HABERTÜRK / ÜMRAN AVCI

Küçük İskender... En sıkı muhalif şiirlere de adını yazdırdı, en güzel aşk şiirlerine de. Kimi zaman sayıp sövemediklerimize bizim yerimize küfür savurdu, kimi zaman en savunmasız aşkımıza tercüman oldu. Şiirinde ne kadar cüretli olduysa, yaşamında da o kadar cesur davrandı. Hipokrat yeminine az bir zaman kala, bir yılı tekrar olmak üzere 5 yıllık tıp eğitimine aniden “Eyvallah” diyebilecek kadar cesur oldu. Ardından sosyoloji okudu. “Zaten ben bunları şiirimi beslemek için okudum” diyecek kadar da şiirine saygılı oldu... Kemik bir seven kitlesi var. Ki bu, piyasaya çıkar çıkmaz dördüncü baskısını yapan şiir kitabı “Sarı Şey”den belli...

■ Kitabın adı “Sarı Şey” neyi ifade ediyor?
Anadolu sarı bir şeydir. Aynı anda hem Atatürk’tür, hem sevgililerdir, hem güneştir, hem denizdir. Sarı şey Türkiye’yi ifade eder. Sarı serumdur. Kan kadar kırmızı değildir ama serumdur. Ve sarıdır serum. Tedavi etmez ama hayatta tutar. Hepimizin içine bir sarı şey girmeli bence.

■ “Sarı Şey” nasıl bir şeydir ki çıkar çıkmaz dört baskı yaptı? Şiire bu kadar ilgi var mıydı?
“Sarı Şey” beni okuyan kitlenin haricinde başka kesimlere de kendi varlığımı hissettirme çabasıydı. Belki de insanlar muhalif insanlara son dönemde çok fazla ihtiyaç duyuyor. Şiir de muhalif kavramını en rahat taşıyan edebiyat türü. Demek ki o kadar sıkışmışız ki toplumsal ve bireysel olarak “Sarı Şey” kolay reşit oldu, çabuk büyüdü.

■ Bu ilgi TÜYAP’ta da kendini gösterdi uzayan imza kuyruklarıyla...
Bin kişi geldi. Yedi saat kitap imzaladım. Saat 13.30’da başladık, 20.30’da sona erdi. TÜYAP kapanmıştı, ben kitap imzalıyordum.

■ Çocukluğunuzu merak ediyorum. Başkaldırı var mıydı?
Çocukken saldırgan yapım yoktu. Sessizdim. İçine kapanık değil, sosyaldim. Tiyatroyla uğraşıyordum. Babam ressamdı. Kitap kapakları yapardı Cağaloğlu’nda. O yüzden çok geniş bir kütüphanemiz vardı. Fakat ben o kitapların içine gömülüp kalan, gözlüklü, çok çalışkan, inek diye tabir ettiğimiz çocuklardan olmadım. O kitapları okurken sokakta arkadaşlarımla top oynardım. Fakat yalan söyleyemezdim. Dürüstlüğümün çok tehlikeli olduğunu anladım. Tatlı yalanlar söylemekle dürüstlüğü birleştirdiğiniz zaman, yavaş yavaş şiirin o yapısı çıkıyor. Dürüstlükten hiçbir şey kaybetmiyorsunuz ama insanlara bambaşka dünyalar vaat ediyorsunuz şiir yazarak.

■ Yalana şiirle mi başladınız?
Evet yani şiire yalanla başladım (Kahkaha). Her şiir kendi karakterlerini kendi yaratır, imgelerini, renklerini, duygusunu kendi yaratır. Ve bu beni çok büyüledi. Bütün hayatım ondan sonra yavaş yavaş onun içine doğru kaymaya başladı. Tıp eğitimi gördüm, arkasından sosyoloji eğitimi gördüm. Oradan da hem insanı, hem toplumu algılayıp şiirin içine malzeme topladım. Hani böyle geceleri sokağa çıkıp konteynerleri karıştırıp, oradan kendisine gerekli dokümanları toplayan çöp toplayıcılar vardır. Ben biraz şairi öyle görürüm. Herkes gece uyuduktan sonra ya da toplumsal olarak genelde uyurken şairler sokaklarda ya da hayatlarda dolaşır. Başkalarının hayatlarında dolaşıp bıraktıkları aşkları topluyorum, bıraktıkları mutlulukları topluyorum, bıraktıkları ideolojileri topluyorum.

‘KARA ADAMLAR DA OKUYOR’
■ Beş yıl emek verdikten sonra tıbbı bırakmak da cesaret ister...
Dördüncü sınıftaydım, bir sene kaybım vardı. Ben tıbba bir meslek edinmek için girmedim. Ben bir şey öğrenmek için girdim ve çok şey öğrendim. Şiirim için çok gerekliydi. Arkasından sosyolojiye geçtim.

■ Gündüz toplayıp gece mi yazıyorsunuz?
Sevgili İlhan Berk çok güzel anlatırdı bunu: “Şairler Türkiye’de erken kalkmalı, hatta müezzinden önce kalkmalı” derdi. Romancılar genellikle gece çalışıyor ben de sabahları erken saatte çalışmayı tercih ediyorum. Yazarken mümkünse sözsüz müzik dinlemeyi tercih ederim. Dışarıya karşı algılarımı kapatmaya çalışırım. Ya da güncel bir şeyler yazmak istiyorsam, yaşadığım anı yazmak istiyorsam Türkçe çalarım, perdelerimi ve camımı da açarım ki hayat bütün kelimeleri ve müziğiyle o şiirin içine girsin.

■ Olaylara karşı çok duyarlı olmak kolay bir şey olmasa gerek...
Vücudunuza, beyninize her şeyin girmesine izin veriyorsunuz. Hiçbir sınırınız yok. Tüm malzemelerle tanışmak zorundasınız. Bir deney adamısınız. Bunu ruhunuza, bedeninize denemek zorundasınız. Her şeye her an hazır olmak ve hepsini kabul etmek zorundasınız. Bu bir tür çok yönlü fahişelik gibi bir şey.

■ “Kemik okur kitlemin dışına çıkmak istiyorum” dediniz. Acaba parlamentodaki kravatlı şahıslar da okuyacak mı sizi ya da okuyor mu?
O çok ciddi, kara adamlar diyebileceğim adamlar bence okuyor. Sevdiklerinden değil, belki de hiç hoşlanmadıkları için, “Bu adam ne yapıyor da bu insanları bu kadar etkiliyor?” diye... Evlerine bir şekilde sızabilsek, bir Küçük İskender kitabı mutlaka çıkacaktır. Çünkü dedim ya şiir hastalıklı bir şeydir, bulaşır. Gittiğim birçok evde yakaladım çünkü bunu. (Gülüyor)

‘Ben başkaları adına küfür edebiliyorum’
■ Kimi şiirleriniz öfkelendiği zaman küfür edemeyenlere de tercüman oluyor...
Evet ben başkaları adına küfür edebiliyorum. Edebiyatın içinde küfür yokmuş diye görülür ki aslında Can Yücel, Neyzen Tevfik’in o pervasız dilleri her zaman bizi çok etkilemiştir. Şiir her şeyden önce bir isyan duygusudur ve isyan başkaldırıyı taşırken, küfrü de yanında taşıyacaktır. Küfür etmek bazen bir özgürlük biçimine dönüşebiliyor. Ama tabii ne kadar poetik olduğunuz, ne kadar şiir söyleyebildiğiniz önemli. Sokak jargonunu şiire de yedirmek gerek. Çünkü şiir her sözcüğü besleyebilecek bir annedir. Her kelime çocuklarıdır onun ve bazı çocukları aç bırakmamak lazım. Yani sadece bunlar küfür diye şiir onları emzirmeyecek mi? Onların da şiire girmesi gerektiğine inanıyorum.

‘Biz şiirsel laflar değil, şiir yazıyoruz’

■ “Biz umudun muhalifiydik” diyorsunuz arka kapak yazısında...
Umut etmek tembel insanın sırtını verdiği, oturduğu rahat koltuğudur. Oysa kalkıp bir şeyler yapmak, eyleme geçmek gerekir. Yani umut etmek yetmez. “Umut ediyorum”, “Bekliyorum”, “Bir gün olacak” bunlar şiirsel laflar. Oysa biz şiirsel laflar yazmıyoruz, şiir yazıyoruz.

■ “Şiirsel laflar”, “Çok şiirsel bir yaklaşım” gibi laflar şairi rahatsız eder mi? Şiiri hafife almak gibi mi?
Rahatsız eder de hafife almak kısmına katılmıyorum. Şair olmak bana göre hiçbir zaman şiirsel bir laf etmek değildir. Çünkü çevrenizdeki her şey şiire girmek için can atar. O, hırsızdır yani sizden bir şey çalmaya gelmiştir. O sizin hayatınızı çalar, şiir hayatı çalmaya gelir. Çünkü sizi kandıracaktır, yalanlar söyleyecektir. Siz ona inanır, peşinden giderseniz, kurduğunuz bütün yapı çöker. Çünkü sabahlara kadar o zaman şiir okursunuz ve ertesi gün işe gidemezsiniz. Şiiri sevin ama inanmayın!

■ Afyondur yani...
Şiir hem uyuşturur, uyuşturduğu kadar manik de yapar sizi. Harekete de geçirir. Bazen çok saçma sapan şeyler de yapabilirsiniz şiirin etkisiyle. Sevgilinize gidip her yere çiçekler dökebilir, duvarlarına yazılar yazabilirsiniz. Saçma sapan derken sistemin dışında bir şeyler yaparsınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder